"Kişinin burnunun ucunda olanı görmesi sürekli bir mücadele gerektirir" George Orwell : (Günah Keçisi)

13 Mart 2025 Perşembe

Irak pastasından Suriye pastasına...

 
Erbil P
astası 
 
İbrahim Akyürek. 2012

    Irak’ın kuzeyinde iş yapan Türk şirketleriyle ilgili haberlere yıllar önce Milliyet Gazetesi’nde rastlamış, şaşırmıştım. O yıllar sayıları 200'ü aşıyordu, şimdi çoğu inşaat alanında 1200 şirket var. Sonra İbrahim Tatlıses’in piyango işlerini alması, inşaat işlerine girmesi haberleri yer aldı. Sonra Kuzey Irak’a giren bankalar, inşaatçılar, oteller, mobilyacılar, enerji şirketleri haberleri. Bu  arada Ahmet Özal çoktan Irak'a girmiş "Özal City" kurmuş, batmış haberimiz olmamış.
     Bizim sol, sosyalist, muhalif basın sermaye hareketliliği ile şiddet arasında pek bağlantı kurmaz. Herkes amatör strateji uzmanıdır. Harita üzerinde toprak, petrol, halk, güç  paylaştırır. Peşine hak, hukuk, halklar, barış, özerklik, emperyal güçler, kendi geleceğini tayin hakkı genellemelerini ekledin mi, tamam. 
     Gerçekten tamam mı? Neyse ki, yakınlarda bir çıt çıktı. Haber.sol.org'da Barzani İmparatorluğu ve enerji şirketleri konusunda araştırma yazısı yer aldı.

.               
İnternet aramasında “Erbil” ve “Türk şirketleri” yazın karşıınıza çıkan şehvet dolu haberleri görmek bedava size. Ortalıkta, benzetmek gibi olmasın ekonomi-politik sömürü pornosu dolaşıyor. Arzular ve çeşit çeşit yatırımlar ortalığa saçılmış. El değmemiş doğası, el atılmayı bekleyen son büyük petrol yatakları, sömürülmeyi bekleyen her milletten el/düşün emeği ile kapitalist terörün yeni arzu nesnesi karşınızda; burası Erbil coğrafyası...

     
    Türkiye’nin Erbil Başkonsolosluğu sayfasına giriş yapın. Karşınıza çılgın bir devlet memuru çıkacak. Bir başka haberde aynı memur, “adeta ihale takipçisi gibi çalışıyoruz” sözleriyle tavanlara sıçrayacak. Öteki yatırım haberlerine bakıyorsunuz... Antepten 30 kişilik işadamı “tarihi, kültürel bağlar” eşliğinde Erbil’e çıkarma yapıyor. Türkiye’nin batısından güzel İzmir, vatansever İzmir boş durur mu, Egeli ve İzmirli yaşlı-genç işadamlarından 25 adamlık iş kuvveti ile Erbil pastasını yakından incelemek üzere Irak’a “giriyor”. Irak’ın “coğrafi ve lojistik avantajları” gözlerini fıldır fıldır döndürüyor. Yutulacak pastanın mezhebi, ırkı, milliyeti, vatanı olmaz deyip incelemelerini şu sözlerle tamamlıyorlar: “Küresel kriz nedeniyle zor günler yaşayan Türk işletmeleri için can simidi oldu".
     Pentagon’un, silah şirketlerinin, Bush ekibinin işgal edip "özgürleştirdiği" Irak burası. İnşa halindeki milli duygularla gaz verilen, BDP'nin uzaktan hayranlıkla izlediği gıcır gıcır ulus-devletin valileri Erbil pastasını gelin paylaşalım diye neredeyse yalvarıyor küresel çetelere. 

     
   Küresel şirketler, çok sayıdaki MHP'li, karadenizden inşaatçılar "kazan-kazan" oyunu oynarken o tarafta; kışladaki, dağdaki gençler "kaybet-kaybet" oyunu ile mezarı boyluyor bizim bu tarafta.
     Arama sırasında BBC’nin "Öteki Irak" başlıklı 8 bölümlük dizisine rastladım. Irak’a giren her milletten işadamı için “ekmek” aslanın ağzında gerçekten. Şu izlenime bakın:  “Bütün önemli binalar gibi, çevresi iki insan boyunda kalın taş bloklarla örülü ve üç titiz aramdan geçerek girilebilen Erbil Sheraton otelinin lobisi, adeta bir ticari ve diplomatik arı kovanı”.
     Yoksulluktan gelme, çok çekmiş Leyla Zana yakın gelecekte bir diplomat ya da işkadını olarak arı kovanının içine düşer mi?  Erbil tarafına baktıkça “vatan, millet, Diyarbakır” heyecanıyla çenesi düşen Osman Baydemir gelecekte kuracağı şirketler grubunun bayraklarıyla Erbil pastasına dalar mı?
     Okuyoruz ki, Erbil pastası %3'lük vergi cennetiymiş. Tek eksiği maaşa bağlanmış nüfus, sanayi ve tarım sektörünün gelişememesiymiş. Yarı liberalizme geçiş süreci yaşanıyormuş. Şerafettin Elçi’nin oğlu Renas Elçi bir yandan partisini kurmuş, bir yandan beş yıllık şirketiyle altyapı işlerine dalmış. Elçi; Türkiye’den gelen işadamlarına çok sıcak davranıldığını sözlerine eklemiş.
     Bütün bunlar olurken, kapitalizm inşa edilirken, pasta yağmalanırken gerekli olacak zam, zulüm, işkence, yolsuzluk, yozlaşmaya karşı birikecek tepki isyanlarını dönüştürmek için bazı islamcı partilerin kenarda yalancı baharı beklediğini anımsatayım.


   Bu yazıyı bitirmek üzereyken Ortadoğu’yu içinden bilen gazeteci Mete Çubukçu’nun “Kürtlerle -sıfır- sorun mu?” başlıklı Radikal’de okuduğum yazısının bitişine bakın: “Türkiye’nin son dönemde, her şeye rağmen en olumlu, tutarlı politikası Irak Kürdistan’ına yönelik. Erbil; Şam, Bağdat, Tahran ile karşılaştırıldığında Türkiye’nin komşularına göre en az sorun yaşadığı bölge. Bu ileriye Suriye Kürtlerine yönelik de bir ipucu olabilir mi?“
     Çubukçu'nun yazısının üst tarafı “o onu yapmış, bu bunu demiş, o da belki şöyle yaparmış" strateji gevezeliğiyle dolu. Çubukçu; memleketi Türkiye sanki o kadar huzurlu ki, komşularıyla sorunlarına gelecek biçiyor. Çok gezen, savaş gören gazetecimiz Irak huzurunun geçici olduğunu, serbest piyasa ile süslenen ulus-devlet pastasının büyüklüğünün şimdilik geçici huzur verdiğini anlamakta zorluk çekiyor, tarihe ezen-ezilen çarpışmasından bakmadığı için huzursuz 
olmuyor. 
Ağustos 2012

    
“Kürdistan Dünya Kapitalizmine Entegre Edileceği Döneme Giriyor” 

12 Mart 2025 Çarşamba

"Her bir levha bir ömür demek"

          

Bu anıt güneş enerjisiyle şekil değiştiriyor!

İbrahim Akyürek, 2016
Zonguldak liman arkasında bulunan maden şehitleri anıtı görenleri şaşırtıyor. Madenci isimlerinin yazılı olduğu plastik levhalar güneşin etkisiyle şekilden şekile giriyor. Bu anıta farklı zamanlarda uğrayanlar anıtın rutubet ve tuzun da yardımıyla şekil değiştirmesi karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyor. 
Anıta ziyarete gelenler de zaman zaman anıtın dinamik değişimine ayak uyduruyor. Kimi yakınlarının ismi yazılı olan levhaları evine götürüyor. Kimi güneş, rutubet, tuzlu su etkisiyle harekete geçen levhaları bantlarla yapıştırarak mukavemet denemeleri yapıyor. 
Anıttaki son değişiklik, bir bölümü estetik dışı olan isim levhalarını geçtiğimiz Mayıs ayında yenileyen ekibin başına geldi. CHP Zonguldak Milletvekili adayı Deniz Yavuzyılmaz ve genç ekibinin "Her bir levha bir ömür demek" sloganıyla bir yıl önce yenileyip astığı sarı levhalar güneş enerjisiyle şekil değiştirmeye başladı. Neredeyse görünmez hale gelmeye başlayan isimlerin yerini sarı ve koyu kahverengi tonda levhalardan oluşan yepyeni bir anıt görüntünün alması merakla beklenmeye başlandı.
2003 yılında açılan anıt halkın her türlü interaktif katılımına da fırsat sundu. Fikir olarak, kavram olarak kökü dışarda "sosyal sorumluluk" projeleri için bulunmaz bir fırsat oldu burası. Öyle ki, maden mühendisliği bölümünden üniversite öğrencileri anıtın otlarını temizledi, çiçek ekti, levhaları parlattı, yere dökülen levhaları toplayarak farklı biçimler verdi. Böylece; devletin kurumlarının, bol solcu sendika, oda ve particilerin her yere yetişemiyeceğinin haklı mesajını da verdi. Ayrıca, yerel basın çalışanları üç kez büyük değişim geçiren bu anıtın haberlerinden yıllarca harçlıklarını çıkardı. Bu haberlere eşlik eden internet yorumlarında katılımcı yurttaşlar tarafından değişim için öfkeli öneriler sunuldu. Anıttaki sürekli değişimin önü kapanmasın diye gerçek ve sanal dünyada imza kampanyaları bile düzenlendi.

Son alınan haberlere göre, anıtın önümüzdeki günlerde açılacak Maden Müzesi'ne taşınmasından vazgeçilmiş. Sebebi ise yaz aylarında anıtta ortaya çıkacak yeni görüntülerin ziyaretçi sayısını artıracağı şeklinde açıklanmış.

Yakın kaynaklardan alınan başka bir habere göre 20. Kömür Kongresi nedeniyle şehrimize gelen konukların bu ilginç anıtı ziyareti programa son anda eklenmiş. Öneriyi, Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi Başkanı Erdoğan Kaymakçı bizzat yapmış. Anlatılanlara göre Kaymakçı, "Burnumuzun dibindeki bu anıtın yeri şehrin misafir odası sayılır" demiş.
3 Mayıs 2016
 


10 Mart 2025 Pazartesi

2017


F: Bülent Oral

BİR ANITIN ENSTALASYONA DÖNÜŞÜMÜ: ZONGULDAK HAVZASI MADEN ŞEHİTLERİ ANITI

Bülent Oral Dergipark 2017


"Zonguldak Havzası Maden Şehitleri Anıtı da bu hâliyle artık postmodern sanat bakışımızın bir eseridir. Maden ocağı ve çevresinde oluşan yaşamın bir ürünü olan bu anıt, enstalasyona yeni bir başlık oluşturmuştur. Yeni ölümleri temsil edecek isimlikler bekleyen anıt, yeni bir anlam ve ifadeyle enstalasyona dönüşmüştür. Anıt son hâliyle ilk temsildeki anlamından kopmuş, bir şeyin kendiliğinden farklı ifadeye bürünmesi söz konusu olmuş ve bu dönüşümle yapıtın anlam boyutu genişlemiştir. Sanatçı eliyle ortaya çıkarılan yapıt içerdiği ilk anlamın karşıtı bir düşünceye veya anlama sanatçının katkısı olmaksızın dönüşmüştür. Böylece sanatçıdan bir süre için kopan yapıt; sanat eleştirmeninin nesne, izleyici katılımı ve mekân arasındaki ilişkiye getirdiği yeni yaklaşımla yapıtı yapan veya yaptırana ihtiyaç duymadan sanat olarak varlığını sürdürmektedir. Şöyle ki anıtın açılışı toplumu, işçiyi ve siyaset kurumlarını 25 Mayıs 2003’te buluştururken işçi ölümlerinin önüne geçilmesi, işçi çalışma koşullarında iyileştirmeler yapılması, maden işletmeciliğinde emeği merkeze alan bir anlayışın anıtsallaştırılması amaçlanmıştır. Ancak zamanla anıt, ihmal ve unutulmuşluğun sonucunda işçi yaşamı ile emeğinin âdeta önemsizleştiğini ifade edecek şekilde ironik bir dönüşüme sahne olmuştur."  2017

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/428316

 

3 Mart 2025 Pazartesi

Ha deprem, ha grizu / 2010'dan:



263 TAVUĞUNUZ AYNI GÜN ÖLSE…

İbrahim Akyürek, Şubat 2010
+
“Nasıl öldüğümüz nasıl yaşadığımızı gösterir”
Kemal Sayar, Olmak Cesareti

+
Mart ayı Zonguldak için yas ayı dense yeridir. 
12 Mart 1965’de Kozlu madencilerinin hak arama direnişinde Satılmış Tepe - Mehmet Çavdar öldürüldü. 7 Mart 1983’de Kandilli’de grizu patlamasında 103 madenci öldü. 3 Mart 1992’de Kozlu’da yine grizu patlamasında 263 işçi öldü. 
Son iki olayın sonrasında tabutlara, cenazelere, ağlayışlara, bekleyişlere, öfkelere tanık oldum. Gazetecilik hevesiyle fotoğraf çektim, insanların kendi aralarında konuştuklarına kulak verdim, gerçeği öğrenmeye çalıştım. 
“Güçlü Devlet” denilince anlaşılması gerekenin sağlık, adalet, can güvenliği değil; eli telsizli, silahlı görevliler ve onların yol verdiği çenesi düşük, cenaze törenlerinde boy gösteren gösterişli partili adamlar demek olduğunu daha iyi anladım. 
Her iki olayda da anlatılan üretimin zorlanmasıyla ilgili kaygılı cümlelerdi. Devlet denen mekanizma sanki bir özel şirket gibi daha çok kömür istemiş, işçisini bu yönde özendirecek, yarıştıracak sistemi uygulamıştı. 
100 işçiyi kurtarabileceği söylenen gaz maskeleri ise Kozlu’daki patlama sırasında gümrük raflarında bekliyordu. “Güçlü Devlet” para ayırıp maskeleri işçilerin beline takamamıştı. 
Kozlu’daki ölümlerden sonra yerin derinliklerinden cesetlerin tamamının çıkarılması ayları buldu. Yerin altında arkadaşlarının ölüsü varken işçiler kömür çıkarmaya devam ettiler. Sakladığım gazete kesiklerindeki fotoğraflarda görüp anımsadığım gibi: Bir banka şubesinde maaş kuyruğunda emekli ölür. Ölünün bir iki metre ötesinde banka işlemlerini sürdürür sözde yurttaşlar. Ya da plajda bir genç boğulmuştur. Hemen yanında sözde insanlar yüzmeye devam ederler. 
263 tavuğunuz aynı gün ölse, o günü olmasa bile, o ayı aklınızdan çıkarmazsınız insan olarak.
Kendi kendime dedim ki, 3 Mart’ı unutma, sakın kaçırma! Zaten çektiğimiz fotoğraflar biz fotoğrafçıların peşini bırakmaz. Kendime yaptığım bu uyarının ötekine berikine acıma duygusu ile hiç bağlantısı yok. 
 
Tersine şöyle bir toplumsal bağlantısı var:
1- Ruhsal bütünlüğümüzü korumak için ölümlü olduğumuzu unutmamak,
2- Bu toplu kıyıma neden olanların (en tepeden başlayarak) fotoğraf sanatı ile de olsa peşini bırakmamak.
3- Beden ve düşünce emeğine, emeklerimize saygımızı yitirmemek.
4- Kapitalist Türkiye’yi çekip çeviren medya şebekesinin ölümleri, nedenlerinden koparıp değersizleştirmesine kanmamak. 
Peki, büyük madenci grevinde Ankara yollarına düşen “Emeğin Başkenti” Kozlu Grizu ölümlerinden sonra ne yaptı dersiniz? 
İşçilerin sendikası ve devleti; kentin ortasında bir cenaze töreni düzenlemekten kaçındı. Cenazeler kamyonetlere konup kaçırılırcasına köylerinin yoluna postalandı. Devletin bolca dağıttığı kan parası ile bazı dini bol, sözde kutsal aile yeniden yapılandı, yozlaştı. Cesetlerin bir bölümü yer altında dururken kent halkı, iki-üç ay sonra şehir stadında yapılan Hülya Avşar ve öteki sanatçı arkadaşlarının konserinde coştu. Tepeden tırnağa "laik, çağdaş, bilimsel" bilirkişiler mahkemeye “grizu kaçınılmazdı” raporu sundular. Duruşmalar, kentin meşhur içkili lokallerinin dört masası kadar izleyici bulamadı. 
1875’den bu yana Zonguldak Kömür Üretim Havzası’nda ölen işçiler adına 2003 yılında liman arkasında bir anıt yapıldı. Havzada ölen, kimlikleri belirlenen dört bine yakın madencinin isminin yazılı olduğu plaketler yerleştirildi siyah mermer duvar üzerine. 
 
Bakımsızlık, korumasızlık, kalitesiz malzeme kullanılması nedeniyle plaketlerin çoğu paslandı, kayboldu. Yedi ay önce anıt bakıma alındı, tüm isimler söküldü yenileri yerleştirilmeye başlandı. Daha başlangıcında çalışma nedense durdu. Bu kez, PVC’den yapılmış yeni isim levhaları da leke tutmaya başladı, kimi şimdiden düştü. 
Cumhuriyet tarihinin önemli, saygın enerji ve kültür kenti Zonguldak’ı çekip çevirenler, “şehit” vurgusu ile yüceltilen madencinin ismini sağlam bir malzemeye, mermere yazmak için paraya kıyamıyor şimdi. 
3 Mart 2010’da bu döküntü anıtın önünde tören yapılacak, nutuk atılacak yine.
+
F: İbrahim Akyürek
Şubat 2010 

23 Şubat 2025 Pazar

Ağustos 1992

  
Madencilerin artık gaz maskesi var
İbrahim Akyürek
3 Mart 1992’de Kozlu’da gerçekleşen büyük grizu patlamasında 263 işçi ölmüş, ocaklarda çıkan yangın nedeniyle girilemeyen yerlerdeki 142 işçinin cesedi yer üstüne çıkarılamamıştı.
Kuyulara su basılarak yangın söndürüldü ve ilk aşamada 200 metre derinlikteki 50’ye yakın işçinin cesedi 2 ve 4 Ağustos 1992’de çıkarıldı.
Cenazeler; Bartın, Devrek ve Yenice’nin köylerine doğru arkası açık pikaplarla gönderildiler.
Ne, işçilerin sendikası Genel Maden-İş, ne işveren-devlet olarak Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) törene bile gerek duymadı. Zonguldak’tan Ankara’ya yürüyüşe geçen Onbinler de ortada gözükmedi.
Grizunun nedenleri tartışıladursun, sorumlular ortada gözükmesin, biilinen tek gerçek, iki aydır artık işçilerin gaz maskesi taşımaları.
Yaklaşık beş milyon değerindeki Fransız malı “Fenzy” marka maskeler iki yıldır gümrükte beklemiş. Yazışmalar birbirini izlemiş. Devlet devleti denetlemiş. İş Güvenliği Tüzüğü maskeyi zorunlu tutmuş. Ancak para ayrılamamış.
“Fenzy”, bir çeşit yapay akciğer. Hareketsiz durumda bir saat, kontrolsuz soluk almada, yani hareket durumunda yarım saat size yardımcı oluyor. Bir kez kullanılıp atılıyor. Şimdi madencilerin belinin bir yanında kullandıkları lambaların aküleri, öteki tarafında yeni araçları “Fenzy”ler var.
3 Mart 1992 tarihindeki grizu patlamasında gaz maskeleri gümrükteydi. Anlatıldığına göre 100’ü aşkın işçi, bu maskeler bellerinde olsaydı kurtulabilecekti.
Ne, Maden Mühendisleri Odası'nın, ne de Ankara’ya yola çıkan yüzbin kişiyi örgütleyen sendikanın gücü maskeleri gümrükten kurtarmak için kullanılmıştı.
Ücret artışı için, ocakların kapatılmaması için bir ay kent içinde yürüyen işçi toplulukları, Mengen barikatı önünde geceleyenler maskeleri gerekli görüp, gücünü bu araçları elde etmek için kullanmamıştı.
Bir yanda ölenlerin yakınları tabut başında ağlarken, öte yanda yaklaşan vardiyanın işçileri ocaklara girmeye hazırlanıyordu.
Gözlerim tabutlarla işçilerin bellerindeki gaz maskeleri arasında gidip geldi. Madencilerin artık ölümler karşılığı edinilen gaz maskeleri vardı. 
Ağustos 1992 
F: İbrahim Akyürek 

23 Ocak 2025 Perşembe

 

Cinayete Çağrı, 2004, Haydarpaşa
Sustukça sıra sana gelmeyecek, keyfine bak!
İbrahim Akyürek, 2020
Şair Kemal Özer tarifini, tanımını çok önceden yapmıştı: “Örgütlü Sessizlik”
Kendi ilgi alanımdan örnek vereyim. Çuval dolusu fotoğraf derneği var. Kendine ilginç isimler takanlar da var. Bir zamanlar olması için çok uğraştığımız Fotoğraf Federasyonumuz bile var. Amatör fotoğrafçılık tarifine bile yakışmayacak bir şekilde yarışmaları azdıran, kuralları ile onaylayıp bir de para toplayan “örgütlü sessizlik”lerden bir tanesi. Kokmaz bulaşmaz, suya sabuna dokunmazlardan.
Amatör fotoğrafçı bile olsanız, çiçek-böcek fotoğrafı da çekseniz, fotoğraf çekim eylemi dikkat toplama çabası, içe dönme fırsatıdır. Sizi hayatın içine sürükler, eleştirel tutum almaya zorlar.
 
Herkes bilir, tarihi eserlerin orasında burasında uyduruk binalar, tanıtım tabelaları, kocaman elektrik direkleri vardır. Çoğunlukla bunların çerçeveye girmemesi için özel çaba gösterilir. Bir ara elektrik tellerini yok eden bir filtrenin beklenen icadı şakalara konu olmuştu aramızda. Yine o günlerde direkleri, telleri hatırlatarak, “Arada çekim açınıza bunları da sokun” diye Sabit Kalfagil’in yalvarırcasına seslendiğini bilirim.
“Susmamak, suya sabuna dokunmak” derken ağır siyasi konular akla getirilir, çekinilir, uzak durulur. Kalfagil’in uyarısı; Aziz Nesin’in, Vakıf çatısı altındaki çocuklarını anımsatarak “Onlara önce hayatı sorgulamayı öğretiyoruz” sözüyle aynı kapıya çıkar. Hele günümüzde, çıktığımız sıradan bir doğa gezimiz bile söylene söylene dolaşmamıza, kederlenmemize dönüşüyor. Kederlendirenler, öfkelendirenler fotoğrafa yansıyorsa nerede bunlar?
Çok az yansıyor, çünkü “ağır konulardaki” sansür, yasak, tehdit sadece muhatabı olanla sınırlı kalmıyor. Mesaj, tüm ötekiler (sözde uyanıklar) tarafından da alınıyor. Susarsan ya da sorup soruşturup içine atarsan sıranın sana gelmeyeceği sanki garanti sanılıyor.
Garanti mi dediniz!
22 Temmuz 2004’de Pamukova’da (Sakarya) 41 kişi öldü gitti. O yılların haberlerinden, sadece bir kadının itirazını, haykırışını hatırlıyorum.
41 kişiden, 80 yaralıdan kaç aile, kaç “örgütlenmiş sessizlik” çıkar? O yılların politik iklimini, seçim sonuçlarını akla getirirsek, ölenlerin çoğu kendi ölümlerine oy/onay vermişlerdi aslında. Cinayet yerinin (Pamukova ve şimdi güncellik kazanan Hendek de içinde) yakın tarihlerdeki seçim sonuçlarını merak edip taradım, siz de arayıp bir bakın.
Durum milletimiz için böyle. Akıl vermek, yürütmek kolay.
Peki, bu trenin bir vagonu geziye çıkmış ünlü-ünsüz, sustukça sıranın kendisine gelmeyeceğine inanan bir fotoğrafçı topluluğu, bir dernek tarafından tutulmuş olsaydı. Şu kadarı ölüp, bu kadarı sakat kalmış olsaydı!
+++
“Susma, sustukça sıra sana gelecek” sloganı Susurluk Kazası (aynı araçta devlet-siyaset-mafya, 1996) sonrası, “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemleri süresince canlandı. O yıllarda gelecek beklentisi körelmemişti. Banka kartları arasında oynaşmak, tüketim azgınlığı, teknoloji yalakalığı, sanal dünyanın oynak ortamında bıktırırcasına gözlendiği gibi kendi suratına düşkünlük bugünkü kadar değildi. Şimdiyi, bulunduğumuz anı ölümüne yaşamanın teklif edildiği günümüzde bu sloganın işi bitti. Susunca, susarsak başımıza neler geleceği günlerimizi meşgul etmiyor artık. Gıda, çevre, doğa, sağlık üzerinden duyulan bireysel endişeler, korkular gelecek kaygısını içermiyor: “Endişe etmek için endişe” bence. Şirket ağzıyla konuşursak, oyun kurucuların niyetleri belli: Gelecek için endişe gerekiyorsa, bu bir ihtiyaçsa onu da biz piyasaya süreriz, formatlarız, paketleriz, para kazanır, o paraları çocuklarımıza yediririz…
Bütünsel, dayanışmacı, mücadeleci, sorumluluk alan, hesap soran, öfkeli toplumsal kaygıların yerine geçirilmiş, uydurulmuş, reklamcılık sisteminin parça parça piyasaya sürdüğü kullanışlı işler bunlar.
Turgut Özal’ın ”kan kardeşi” Margaret Thatcher’ın 1987’deki sözleri aklımızdan hiç silinmesin: “Toplum diye bir şey yoktur. Birey olarak erkekler ve kadınlar, bir de aileler vardır."           
Manav ve siyasetçi bir babanın kızı olan Thatcher, kendisine oy veren-vermeyen herkesi tek tek, küçük gruplar halinde yakalatıp piyasanın eline teslim etmeyi hedeflemiş anlaşılan.
Kamusallığın işini bitirmenin emri olan bu fikir analığı reklam sektörünün diline yapıştı. Silah, otomotiv, seyahat şirketleri ürünlerini, hizmetlerini satarken (dahası bizim İFSAK bile) şirket ağzıyla “aile” tanımı altında sesleniyor bize. Bıraktıkları aile ne biçim aileyse…
Temmuz 2020 
                     

21 Ocak 2025 Salı

2016

 Siyaset olgusunu iktidar ilişkileri biçiminde algılayan La Boétie, bugün bile kafaları kurcalayan, "insanların nasıl olup da itaat etmekle kalmayıp boyun eğmeyi, hatta kulluk etmeyi arzuladıkları" sorununu yapıtının odak noktasına yerleştirir.  

Bu silahların namlusunun günün birinde size dönme ihtimali % 60

 

Dikkat! Yakın Tehlike: % 60

İbrahim Akyürek
"Silahlı olayların nedenine bakıldığında %23,5 oranında aile içi şiddet, %33,8 oranında arkadaş, tanıdık, hısım akraba ve gönül ilişkileri oluşturmaktadır. Silahlı şiddet olaylarının %57,3’ü tanıdıklar arasında gerçekleşmektedir." (Türkiye’de ve Dünyada Bireysel Silahlanma, Umut Vakfı)
Artık eskisi gibi değil. Önceleri, gençliğimizde “Bir uçak şu kadar çocuk mamasına bedel” denir, savaşın getirecekleri bu benzetmeyle kamuya açıklanmak istenirdi. Ya da yakın tarihlerde olduğu gibi, “Savaşa değil sağlığa, yoksula bütçe” sloganı atılırdı. Şimdi, savunma sözcüğü altında yeni model silahların teşhiri yapılıyor. Beraberinde vatan sevgisi, bayrak, yerlilik, millilik pazarlamada “duygu-dolgu” malzemesi olarak kullanılıyor.

Bir zamanlar, silah tüccarlarının dergisi Savunma ve Havacılık dergisindeki reklamlar kafama takılmıştı. Yabancı markalı silahların tanıtım fotoğrafları üzerinde Türk bayrağına yer verilmesini tuhaf karşılamıştım. Bu derginin başka bir ülkede yayınlanan ve sahaflarda denk geldiğim benzerinde Mısır bayrağının bulunması ile aydınlandım. Silah tüccarları, olası müşterilerini bayrakla ayartmayı tercih etmişti.

“Savunma” sözcüğü arkasında gizlenen silahlanmayla ülke insanları, bu gıcır gıcır aletler sadece ülkelerinin güvenliği için kullanılacak kanısına kapılıyor. Silah tüccarlarının “çağdaş” kanadından Otokar’ın bir basın açıklamasını okurken bir aydınlanma daha yaşadım. Şirketin silah sattıkları elliye yakın ülkenin ismi övgüyle sıralanıyordu. Demek ki, devlet-Atatürk-bayrak coşkusu ile içeriye, millete hava atan azgın tüccar öteki ülkelerin “savunmasını” da kolaylaştırıyordu.

Sıkıntı yaratan soru şu; bugün silahların satıldığı dost ve müttefik olarak işaretlenen devletler yarın düşmana dönüşürse ne olacak?


Haber yeni sayılmaz 2012’den Milliyet gazetesinde. Bu yazıdaki Otokar ile de ilgili. Bahreyn’de reform isteğiyle sokağa çıkan Şii muhalif hareketlerin içinden birinin açıklaması “Türkiye’ye Kobra Sitemi” haberiyle yer aldı: “Türkiye barışçıl gösterilerin bastırılması için bu araçları gönderdiğin için teşekkürler.”

Muhalifin sitemi aslında silah ve futbol tüccarı Ali Koç’a olmalı. Fabrika, mal, işçi O’nun. Ancak yapılan iş, silah ve ticareti olunca fabrika babasının malı bile olsa ülke ve bayrakla özdeşleştiriliyor.

 

***

Şimdi gelelim devlet işlerinden aile işlerine

Bir istatistik sonucunu hiç unutmam. Her aile içi şiddet haberinde anımsarım çünkü. Diyelim; evinizin, işyerinizin, aracınızın bir yerinde güvenlik endişesi ile bir silah gizli yerinde kullanılmayı beklesin. Özellikle kadınlar, özellikle çocuklar dikkat! Bu silahların namlusunun günün birinde size dönme ihtimali % 60.

Bireysel silahlanma ile yaşanan şiddetten, yani hayatın kendisinden, Umut Vakfı'nın araştırmalarından çıkan yüzdeler bunlar. Kadına yönelik şiddet haberlerinde yer alan yüzdeler de aynı. En yakın çevre yani eş, nişanlı, arkadaş, yakın akraba, komşu sıralamanın tepesinde yer alıyor. Yani yakın savunma, korunma, ailemin/devletimin direği diye umut bağladığınız gücün başınızın belası olma ihtimali % 60.

***
Şimdi yeniden dönelim devlet işlerine.

Şiddet yine en yakından, en yüce-kutsal yerden geliyor. Koruma ve kollama güçleri aile üyelerini yani yurttaşlarını tam 12’den vuruyor: 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül… (Darbeler 12’li günlere özellikle denk getiriliyormuş...Tarih seçimi de psikolojik savaş taktiğiymiş…)

Özel seçilmiş, yetiştirilmiş, kandırılmış elemanlarını fazlası var azı yok tam dokuz yıl kullanılmak üzere ortakları AKP şebekesine ödünç veren, dinimizin direği diye tapılan Fethullah Gülen tam içimizden değil miydi?

Ordunun, polisin (en iyimser oranla, fazlası var azı yok % 15’i) hizmet hareketinin emrine verilmiş, benzetmek gibi olmasın "özgür türkiye ordusu" çoktan kurulmuş, failler ve mağdurlar vatan dedikleri ortak evde silahlı-silahsız şiddettin tarafı olmuştu.
"Silahlı şiddet olaylarının %44,2’si cadde-sokak gibi topluma açık alanlarda, %30,4 oranıyla failin ya da mağdurun evinde gerçekleşmiştir." Umut Vakfı 
https://www.umut.org.tr/

Ocak, 2025    F: İbrahim Akyürek

                              

3 Ocak 2025 Cuma

Güncelleşen:


Sırrı Süreyya Önder Halit Narin’i yine güldürdü 
İbrahim Akyürek, 2012
Geçenlerde Sırrı Süreyya Önder, Recai Tetik ile TBMM’de “yüzleşti”. "Bu adam benim işkencecim" dedi. 12 Eylül’ün zoru, zorbalığı bir kez daha anımsandı. 
Önder’in yüzleşme haberini okuyunca 12 Eylül darbesinin ekonomi ayağı, simge isim Halit Narin’in gülmekten yorgun düştüğünü tahmin etmek benim için zor değil.
Boşuna ekonomi ayağı demedim. 28 Şubat darbesi üzerine son günlerdeki tartışmalarda sağcıların, liberallerin ısrarla bu darbenin asıl ekonomi ayağına bakmak gerekir sözleri dikkatimi çekmişti.
12 Eylül darbesi üzerine soldan yazılan makaleler, haberler taransa yaklaşık % 90’ı mağduriyet, acının dillendirilmesi, tanıklık ve öykülendirilmeyi içerir. Geriye kalan yazılar 24 Ocak ekonomi kararları, darbenin ekonomi politiği ve hesap sorma üzerine olarak görülebilir.
12 Eylül referandumu ile birlikte “evet-hayır” kapışması öncesinde 90’lık bölüm de sağcıların eline geçti. Zaman, Türkiye, Bugün ve Sırrı Süreyya Önder’in yazdığı Radikal Gazetesi sol basını aratmayacak kadar, belki daha fazlası 12 Eylül’ün acısını dillerine doladı. Darbenin ekonomisine dokunmayarak mağduriyeti fırsata çevirdiler.
“İşkencecisi ile yüzleşen Süreyya Önder, işkencecisinin ekonomi ayağı durumundaki gazetede yazarak ne yapmaya çalışıyor?” sorusunu sorsam ayıp mı olur!
Ayıp olmaz... Neden derseniz; 6 Kasım 2012 tarihli Radikal Gazetesi’nin Güven Sak isimli ekonomi ayakçısı köşe yazarı “Tarım politikasını artık kentlileştirelim” başlıklı yazısına şöyle başlıyor: 
“Türkiye, 1980’lerde ekonomisini başarılı bir biçimde serbestleştirdi ve işte o serbestleştirme bir büyük yapısal dönüşüme yol açtı.”
Yukarıdaki iki satırın işkenceden beter acısı Önder’in, Sak’ın yakasına yapışmasına yeter.
Şu asıl derin soruyu hep kafamda taşıyorum!
Oturduğum kentin işçisi, emeği, emekçisi bol ortamında; yapısal dönüşümün önünde engel oldukları için bir zamanlar darbelenmiş her kafadan solcuların bugün kasası, siyaseti, medyası, mafyası, sömürüsü büyük irili ufaklı adamların dibinde haz, artık toplamaları nedendir?

 

Recai Tetik’in, Bülent Ulusu'nun Halit Narin’den; Kenan Evren’in Turgut Özal’dan; Faşizmin, Emperyalizmin Kapitalizmden koparılarak ele alınması sadece düşünsel, idelojik bir eksiklik, beceriksizlik midir?
Ya da tanık olduklarımız insani bir durum olarak karşılanıp şöyle mi düşünülmelidir:  "eziyet çeken; eziyet yapan ile eziyet için parayı vereni, azmettireni, azmettiricileri birbirine değdirmeyerek ruhsal bir dinginlik ve kimlik arayışı içinde."
Azmettireni keşfetmek ve keşfedilenin peşine düşmek; teşvik ve ilgi gören imtiyazsız-sınıfsız şu mağduriyet ikliminde mümkün mü?
Aralık 2012
Zonguldak Yazıları Kitabı

       

13 Aralık 2024 Cuma

Geçmiş

  
 
25 Yaşındaki Sergi Odası'nın Akyürekli İbrahim'i


Alaaddin Kara    Altıyedi Dergisi


Zonguldak’ın fotoğraf sanatındaki yeri denildiğinde Zonguldak Fotoğraf Derneği (ZFD), Zonguldak Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Topluluğu (ZOFSAT), Karadeniz Ereğli Fotoğraf Derneği (KEFSAD), Zonguldak Turizm ve Geliştirme Kooperatifi (TUSAK), Zonguldak Fotoğraf Grubu (ZFG) gibi fotoğraf örgütleri akla gelir. Şafak Tortu, Mustafa Eyriboyun, Birol Üzmez, Saffet Can, İbrahim Akyürek, Kemal Baysal gibi isimler de fotoğraf sanatına bireysel katkı yapmış isimlerdir. Bu yazıda 1995 yılında, 35 metrekarelik bir alanı “Sergi Odası” olarak düzenleyerek her yaştan insanın yararlanabileceği bir şehir hafızası haline getiren, fotoğraf ve sanat tutkunu İbrahim Akyürek’ten bahsedeceğim. Akyürek, ülkemiz fotoğraf sanatında kendisinden söz ettirmiş, kültürel anlamda kentimize çok şey kazandırmış önemli bir fotoğraf sanatçısı ve entelektüel bir aydınımızdır. İFSAK yönetiminden bu yana gazete ve dergilerde yer alan denemelerini dört kitapta toplamıştır. 1 Bunlardan üçü Zonguldak ve fotoğraf üzerine yazıları, diğeri ise her yıl yüzlerce cana mal olan trafik kazalarını irdeleyen, “Trafik Canavarı Neyi Gizler” adlı kitabıdır.
İbrahim Akyürek 1950 yılında Zonguldak’ın en eski mahallelerinden biri olan Soğuksu Terakki Mahallesi’nde doğar. O dönemin ilkokullarında ve sinema salonlarında gösterilen Hacivat-Karagöz gösterilerinden etkilenerek gölge oyunlarına merak salar. Gazetelerden kestiği resimleri film şeridi halinde iki çubuğa sararak mahallenin çocuklarına perde üzerinden gölge oyunları oynattığında Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’ne yeni başlamıştır. Lise sıralarında gazetecilik mesleğine ilgi duyar ve her hafta konusu değişen “Spor” adlı duvar gazetesi çıkarır. Gazeteci olmak hayaliyle 1968 yılında Çelikel Lisesi’ni bitirir ama ailesinin ve çevresinin baskısıyla gazeteci olmaktan vazgeçer. Aynı yıl hukuk fakültesini ve orman mühendisliğini kazanır. Orman mühendisliğini tercih ederek 1974 yılında İstanbul Orman Fakültesi’nden mezun olur. Babasını erken kaybetmesi nedeniyle mühendislik yapmaz. 
İçinde doğup büyüdüğümüz coğrafyanın insan karakterinin şekillenmesinde önemli rol aldığı söylenir. İbrahim Akyürek’in gençlik dönemlerinde Zonguldak’ta 45 bin maden işçisi vardır Madencilerin vardiya giriş ve çıkışlarında çalan Çaydamar borusu ile Gazi Paşa Caddesi’nden limana doğru yoğunlaşan çıngılığın içinde gençliği geçer. Zonguldak’tan ayrılıp üniversite eğitimine gittiği yıllarda kentin kendine özgü sosyal yapısını ve doğal güzelliklerini unutamaz. Evinin yakınındaki Soğuksu Pazarı’nın canlılığı, Merkez Lavarı’nın gürültüsü, baca ağızlarından kazalı taşıyan ambulansların acı siren sesleri benliğine işlemiştir. Bu yüzden doğup büyüdüğü kenti bir film platosuna benzetir. 
Zonguldak, Cumhuriyetin ilk endüstriyel kenti olması nedeniyle 1960-70’li yıllarındasinemalar şehri olarak bilinir. Akyürek bir sohbetinde, kentte 18 sinemanın üçünün kendi mahallesinde olduğundan bahseder. Evlerinin yakınında bin kadar seyirci kapasiteli Yeni Melek Sineması, Gürol Sineması bir de ahşap sandalyelerin bulunduğu Ferah Açık Hava Sineması’ndan bahseder. Sinemanın makine dairesinden filmleri izlediğini, kopan filmlerin eklenişine tanıklık ederken sinemanın verdiği iç huzuru doyasıya yaşadığını anlatır. Sinema salonlarında izlediği filmler, müzik konserleri, tiyatro ve illüzyon gösterileri sonucunda film makinalarına ve sinemalara merak sarar. İstanbul’da İFSAK döneminde Onat Kutlar’ın yöneticiliğini yaptığı Sinematek’te gösterilen sanat filmlerini kaçırmaz. Gönlü sinemadan yana atmasına rağmen yaşadığı kentte sinema olanaklarının olmaması nedeniyle fotoğrafa yönelir. 

Ablasının işyerine yakın yerde bulunan İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği (İFSAK) ile 1974 yılında yolları kesişir. 1975 yılında, büyüdüğü Zonguldak’ta mahallenin boş bir marangoz dükkânında sonradan Prof. unvanını alacak olan Mehmet Bayhan ile birlikte “Halktan Yansıma” başlığı altında ilk fotoğraf sergisini açar. Mehmet Bayhan’ın İFSAK yönetim kurulu başkanlığı yaptığı dönemde Akyürek de onun yardımcısı olur. Bayhan’dan sonra, 1980-85 yılları arasında İFSAK Yönetim Kurulu Başkanı olur. Günümüz sinema ve fotoğraf dünyasıyla ismi anılan Ara Güler, Fikret Otyam, İsa Çelik, Mehmet Bayhan, İrfan Demirkol, Şahin Kaygun, Sinan Çetin, Özcan Yurdalan, Ali Öz gibi önemli isimlerle yolları kesişir. Aynı isimler ileriki zaman dilimi içerisinde sinema ve fotoğraf sanatına farklı bakış açıları nedeniyle değişik mecralarda kendilerinden bahsettirecektir. 
Akyürek, alın terinin hiç kurumadığı doğup büyüdüğü kentin emek insanlarına olan vefasını ödemek istercesine fotoğraf makinasının vizörünü emek ve özgürlük mücadelesine yöneltir. Fotoğraf makinasıyla siyaset yapıyorsunuz diyenlere, “Biz amatörler, geleceğin usta fotoğrafçıları, çevremize, toplumsal olaylara, halkımızın yaşamına karşı alabildiğine duyarlıyız,” 2 diyerek fotoğrafa bakışını 50 yıl önce netleştirmiştir. Ben de “İbrahim ağabey” diye ünlediğim Akyürek’i 1980 öncesi 1 Mayıs Çaycuma ve Zonguldak işçi mitinglerinde fotoğraf çekerken tanıdım. 
Akyürek, DİSK-Türkiye Maden İş Sendikası Basın Yayın Bürosunda “Fotoğraf Emekçisi Ağı” adı altında kurulan çalışma grubunda görev alır. Grev ve hak mücadelesi veren işçilere grevler boyunca fotoğraf kursları verip onlarla birlikte grev çadırlarında fotoğraf sergileri açar. “İşçi fotoğrafçılar bundan böyle daha deneyimli ve bilgili olarak sınıf ve kitle sendikalarının başı çektiği eylemlerde, işçilerin yaşadığı her yerde fotoğraf makinalarıyla yer alacak,” 3 diyerek, fotoğrafçının vizöre hangi kaygıyla bakması gerektiğinin altını çizer. Bir başka yazısında yaşam biçiminin ve sokağın kendisini çağırdığından bahsederek, “Üretim sürecindeki insan benim konumdur. Yaşadığım kentin emek yoğun ortam sunmasında bunun katkısı var. İşçi kültürü, işle ilgili binalar, iş aletleri hep ilgimi çekti. El ile beyin-düşünce arasındaki bağa hep inandım, savundum,” 4 der. 
Fotoğraf dünyasında sıkça karşılaşan deneysel ve belgesel fotoğraf tartışmaları üzerine önemli tespitlerde bulunur: “Belgesel fotoğrafla deneysel fotoğrafı karşı karşıya getirmek yanlıştır. Bunlar bazı dönemlerin koşullarından kaynaklanmış, her birine belli bir isim verilmiştir. Bu tartışma resimde ve sinemada da var. Sinemada haber filmi ile belgesel film birbiriyle karıştırılıyor mu, konulu film karıştırılıyor mu? Bunlar ayrı ayrı değerlendiriliyor. Fotoğrafta da aynı şey olması lazım, İsteyen belgesel fotoğraf, isteyen deneysel fotoğraf çekebilmeli. Ama önceliğin o kentin yaşadığı sorunlar olmalı.” diyerek önemli bir ayrıntının altını çizer. “Sivil toplum örgütlerinin zayıf olduğu ülkemizde fotoğrafçılarımızın aynı zamanda sendikacı, hukukçu, çevreci, insan hakları savunucusu ve foto muhabiri gibi çalışmak zorundadır,” 5 diyerek fotoğraf sanatçılarının yükümlülüklerini hatırlatır 
Akyürek’in başkanlığını yaptığı dönemde İFSAK günleri etkinlikler içinde dayanışma günleriyle geçer. İFSAK’ın 26. kuruluş yıldönümünde derneğin uzun soluklu çalışmalarını halka açarak İstanbul Fotoğraf Günleri, adı altında çalışmalar düzenler (1985). Düzenlenen uluslararası fotoğraf yarışmasına 41 ülkeden 700 ü aşkın fotoğrafçı katılır. 6 
1992 yılında Çorum’un dağlarında 48 gündür direnişte olan çoğu Zonguldaklı maden işçilerini FOSEM’den Sadık Çelik, Şeyda Pehlivan, Abdullah Yılmaz; İFSAK’tan Sevil Üzrek ile birlikte iki gün boyunca fotoğraflar. Dayanışma sonrasında “Direniş Tepesi” adı altında anlamlı bir belgesel ortaya çıkar. Direniş Tepesi, Zonguldaklı işçilerin Büyük Madenci Yürüyüşü, Maga ve Paşabahçe direniş fotoğraf ve videoları emek tarihi açısında önemli belgeler oluşturur. 
Akyürek, Kazlıçeşme deri işçilerinin Tuzla’ya taşınmadan önceki son dönemlerini de 1992 yılında fotoğraflayıp belgeler. Bununla ilgili yaptığı bir söyleşide, “İstanbul’un ortasında bir film seti gibiydi Kazlıçeşme. 1800’lerin sanayi devrimi İngiltere’sini ve Zonguldak maden ocakları çevresini aratmıyordu. Göze batarcasına emek-sermaye çelişkisi önümüzde duruyordu,” 7 der. Aynı dönemde İnsan Hakları Derneği Kültür Komisyonu üyeliği yapar. Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinde çektiği fotoğraflar sonucunda “Bir İnsan Nasıl Kaybolur” adlı sergi ortaya çıkar. Kadıköy BEKSAV, Kilimli Halkevi ve Alman Kültür Merkezi’nde düzenlenen İHD’nin kayıplar toplantısında sergiler açar. 
Akyürek, Yedikule Gazhanesi’ni yıkılmadan önce fotoğraflayıp “Serotinin/2” etkinliğine katılır. Haliç kıyısındaki Feshane etkinliklerini kaçırmaz. Gazhane Gönüllüleri’nin Gazhane’yi kültür ve sanat merkezine dönüştüren çabalarını takdir ederken aynı çabanın niçin Zonguldak’ta gösterilmediğinin sorgulamasını yapar. “Gazhanelerde kullanılan kömürün bir zamanlar Zonguldak’tan gitmesi, üretim mekânlarının kömür kentindeki yapıları andırması, şenlikleri izlerken düşünce ve duygularımın dolanıp durmasına yol açtı. Bir zamanlar ülkemizin Ankara ve İstanbul’dan sonra siyasi, ekonomik, kültür yönünden üçüncü gelen enerji kaynağı Zonguldak’ın milli serveti olan tarihi endüstri binalarının yıkılıp yağmalattırması sosyal bilimlerden, ezenlerin/ezilenlerin tarihinden yardım almadan anlaşılacak gibi değil,” 8 der. 

 

1983-1992 yılları arasında Kozlu, Asma, Dilaver ve Çaydamar ocaklarından gelen kömürün yıkandığı Merkez Lavarı’nı ve lavar atıklarının denize döküldüğü Balkayası’nı fotoğraflar. Burada denize dökülen kömürleri toplayıp evinin yakacak ihtiyacını karşılayan yoksul kadın, çocuk ve babamın da içinde bulunduğu yaşlı insanları fotoğraflayıp uzun soluklu bir çalışmanın içine girer. Bu çalışmasını “Balkayası” adlı belgesele dönüştürüp sergi ve dia gösterileri yapar. 
Akyürek’in kalemi eleştireldir aynı zamanda. Bir zamanlar övdüğü isimleri, eleştirmekten çekinmez. İFSAK’ta aynı dönem yöneticilik yaptığı bazı arkadaşlarını 12 Eylül Cunta Lideri Kenan Evren’i sergi açılışlarına davet ettikleri gerekçesiyle eleştirir. 9 1997 yılında kentimizi ziyarete gelen Kenan Evren’in Deniz Kulübü’nde onuruna verilen yemeğe katılan Zonguldak Demokrasi Platformu üyeleri de nasibini alır eleştiri yağmurundan. Basında ve sosyal medyada Zonguldak’tan bahsederken sık sık kullanılan “Emeğin Başkenti” yakıştırmasına da haklı olarak eleştirel bir bakışı vardır Akyürek’in. Büyük Madenci Grevi zamanında sendikanın altında açılan Madenci Kooperatifi’nin ve Sarıyer’de inşa edilen işçisiz Sarıyer İşçi Konutlarının akıbetini hatırlatır. Kozlu Grizu faciası sonrasında şehit maden işçilerinin cenazelerinin tören yapılmadan şehirden kaçırılmalarını kabul etmez. “Emeğin Başkenti Zonguldak” deyimini kocaman bir palavradır,” 10 der. Eleştirdiği konuların bazılarını fotoğraf sergilerinde konu edinir. Akyürek’in açtığı sergiler sonucunda Maden Şehitleri Parkı ve Uzun Mehmet Anıtı’nın çevre düzenlemeleri tekrar gözden geçirilir. 
ZOKEV’in açtığı fotoğraf kursunda Mustafa Eyriboyun ile birlikte uzun yıllar fotoğraf eğitimi verir. Ben de ilk kez fotoğraf kuramlarıyla burada tanışıp fotoğraf eğitimimi burada aldım. Fotoğraf kursundan sonra edindiğim Zenit marka manuel fotoğraf makinası ile maden ocağında deneme yanılma yöntemiyle fotoğraf çekmeye çalıştım. Sergi Odası’nın raflarında yer alan fotoğraf ve diğer sanatlar üzerine yazılmış olan kitaplardan faydalanarak, Sergi Odası ziyaretçisinden, çektiği fotoğrafları orada sergileyen fotoğrafçı konumuna geldim. 
35 metrekarelik bir sergi salonu toplantı ve sanat etkinliklerine yetmeyince filmlerini banyo ettiği karanlık odasını ve mülkiyetindeki avukatlık bürosunu Sergi Salonu’na ekleme ihtiyacı duyar. Kültür ve sanat ortamına çevirdiği mekânların yetmediğini düşünerek evinin yanındaki kira getiren dükkânlarını da “Soğuksu Sahaf Dükkânı” olarak düzenler. Sergi Odası ve Soğuksu Sahaf Dükkânı hiçbir ekonomik getirisi olmaksızın yıllarca kente hizmet eder. İbn-i Sina’ya ait olan “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder” sözünden hareketle kentin kültür yaşamına değer katan eğitimci, araştırmacı, yazar, karikatürist, bilim insanı gibi birçok önemli ismi gündeme taşıyıp “Karaelmas İbn-i Sina Ödülü” 11 vererek kentte önemli bir eksikliği giderir. Bu ödülün devamı niteliğinde olan “ZOKEV 2019 Bilim Kültür Sanat Ödülü” kente yaptığı kültürel katkılarından dolayı İbrahim Akyürek’e verilir. 
Sergi Odası, “Zonguldak Fotoğraf Günleri”, “Çırgan Köyü Sanat Etkinlikleri”, “Hayatımız Trafik Programı”, “Soğuksu Sahaf Günleri”, “24+12 Programı”, “Zonguldak Kitapları Sergisi”, “Son Dakika Film Gösterileri” başlığı adı altında toplu etkinlikler gerçekleştirir. Bu gösterilerin içinde fotoğraf sergisiyle yer aldığım “Çırgan Köyü Sanat Etkinlikleri” benim için hüzün ve anlam ifade eder. 2013 yılında Kozlu’da özel bir maden ocağında metan patlaması sonucunda 8 maden işçisi yaşamınıyitirmişti. Yaşamını kaybeden işçilerden biri, Çırgan köyünde yaşayan Sergi Odası çaycısı Bozoğlu ailesindendi. Çırgan köyünde 1992 Kozlu Grizu Faciasında da çok sayıda madenci şehit olmuştu. Sergi Odası’nın eli buraya kadar uzanıp köyün atıl durumda bulunan köy odasını boyayıp sergi ve etkinlik alanına çevirdi. Köy çocuklarının faydalanması amacıyla resim atölyeleri kurulup, köylülerle birlikte vadilere geziler düzenlenerek gençler arasında futbol müsabakaları yapıldı. Köy doğal güzellikleri olan güzel bir köydü. Akyürek’in hayalindeki “köy okulunun tamir edilip kültür, turizm ve sanat merkezine dönüştürme fikri” hayata geçirilemedi. Çırgan Köyü Çocuk Atölyesi, Sergi Odası’nın katkılarıyla üç yıl sürdü. 

Sergi Odası ayrıca Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı (ZOKEV), Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Fotoğraf Kulübü, TED Zonguldak Koleji, Çelikel Lisesi, Kozlu Alpaslan İlköğretim Okulu’nun fotoğraf eğitim programlarına destek oldu. BEÜ Devrek Meslek Yüksek Okulu, Gelik İlköğretim Okulu, Zonguldak Atatürk Anadolu Lisesi bünyesindeki sanat haftalarına, Filyos Belediyesi Sanat Buluşmalarına öncülük edip sergi ve söyleşiler yaptı (2004). Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi (BEÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi (GSF) Resim Bölümü öğrencileri Sergi Odası’nın çalışmalarına katılıp Zonguldak kitaplarından tez çalışmalarına hazırlandı. 
Sergi Odası, 25 yıl boyunca en temel insan hakkı olan düşünce, eğitim ve ifade özgürlüğüne öncelik verdi. Hapishanedeki yazar, gazeteci ve sanatçılara Zonguldaklı yazarların kitaplarını gönderdi. “Deli Dalgalar Topluluğu” çağrısıyla hapishanelere, “Dışarıdaki Gazeteciler Topluluğu” çağrısıyla hapishanelerdeki gazetecilere, “Kadın Yazarlar Derneği” çağrısıyla kadın tutuklulara kitap, kartpostal gönderdi. Ayrıca konukların bıraktıkları kitap, film materyallerini onlarca okul, kütüphane ve köy odaları gibi ihtiyaç yerlerine ulaştırdı. 
Bu yıl 25. kuruluş yılını kutlayan Sergi Odası’nın en önemli özelliklerinden biri; hiçbir yerde bulamayacağımız kömür, madenci ve Zonguldak ile ilgili kitapların yer aldığı, “Zonguldak’ı Yazanlar, Zonguldaklı Yazarlar” adlı kitap bölümüdür. Ömrünün bir zamanında Zonguldak’a yolu düşmüş veya burada yaşamış edebiyatçıların eserleri büyük kentlerin sahaflarından Akyürek tarafından özel bir çabayla edinilip raflarda yerini aldı. Bu yüzden kentin araştırmacı, yazar, akademisyen ve kitap okurları için Sergi Odası önemli bir uğrak yeridir. 5-6 yaşlarında sanatla orada tanışan karikatür ve tiyatro dalında halen çalışmalarına devam eden Paylaş Kiraz, müzikte Ada Adıgüzel, fotoğrafta Ada Koca gibi orada soluklanıp da başka kentlerde yaşayan sanat tutkulu gençlerimiz oldu. 
Akyürek’in zengin arşivlerinden oluşan fotoğraf ve dia çalışmaları Sergi Odası’nda ve Soğuksu Sahaflar Dükkânı’nda periyodik olarak yılın önemli günlerinde sergilenir. Karikatürist Mete Arif Tokmak karikatür, resim ve karakalem çalışmalarının yanı sıra, “Karaelmas Ressamlar Topluluğu” adı altında resim kurslarını burada verir. Grizu faciaları ve Büyük Madenci Grevi yıldönümlerinde, kent fotoğrafçılarının konuyla ilgili sergileri açılıp gündemde tutulmasını sağlanır. Yazar Kadir Tuncer’in bölgede yetişen endemik bitki yaprakları sergisi, ağaç yontu sanatçısı Sebahattin Keser’in yontu sergileri, mask sanatçısı emekli öğretmen Mehmet Türkçelik’in mask sergileri, benim madenci fotoğraflarım ilk kez burada sergilenir. Akademisyen Mustafa Eyriboyun, Handan Baycık ve Kutlu Gürel’in öğrencileriyle birlikte burada birkaç yıl kesintisiz etkinlikler yapıp sergiler açar. 
Sergi Odası kent kültür ve sanat alanındaki etkinliklerini ilk günkü heyecanı ile sürdürmeye devam ediyor. Bir konuşmasında, “Fotoğrafçı, karikatürist, ressam, sinema, tiyatrocu, araştırmacı ve yerel tarihçilerimizin kent belleği üzerinde önemli çalışmaları var. Bu tür çalışmaları kent dışındaki festivallere taşıyıp eskiden olduğu gibi Zonguldak Sanat Günleri benzeri etkinlikler yapabiliriz. Bu etkinlikleri Almanya gibi Zonguldaklı madencilerin olduğu ülkelere de taşıyabiliriz. Yurt dışındaki sanatçılar da kentimize gelip etkinlik desteği verebilir,” diyerek Zonguldak için yapılabilecek önemli etkinliklerin olduğundan bahseder. 
Sergi Odası 25 yaşın verdiği direngenlikle kentin sanat yaşamına ışık saçmaya devam ediyor. Mete Arif Tokmak’ın eğitmenliğinde Karaelmas Ressamlar Topluluğu’nun çalışmaları hâlâ devam ediyor. Zonguldaklı Yazarlar Zonguldak’ı Yazanlar kitaplığı yine raflarda kent tarihini merak edenokurlarını bekliyor. Pazar günü hariç her gün, Cumhuriyet, Evrensel, Birgün gazetelerini okuyup çayınızı yudumlarken raflardaki kitapları gönül rahatlığı ile karıştırabilirsiniz. Her hafta salı günü akşamları panolarda sergilenen fotoğrafları gezip Salı Sineması’nda gösterime sunulan sanatsal filmleri keyifle izleyebilirsiniz.
1 İbrahim Akyürek’in Eserleri: ‘Hayatımız Zonguldak’- Denemeler- Kurgu Kültür Merkezi (2014), ‘Zonguldak Yazıları’-

Denemeler- Kurgu Kültür Merkezi (2014), ‘Hayatımız Fotoğraf’ Denemeler- Kurgu Kültür Merkezi (2015), ‘Hayatımız Trafik’

Cinius Yayınları (2014)

2 Zonguldak Yazıları s.9

3 Zonguldak Yazıları s.15

4 Hayatımız Fotoğraf s.175

5 Zonguldak Yazıları s.32

6 Zonguldak Yazıları s.25

7 Zonguldak Yazıları s.76

8 Hayatımız Fotoğraf s.167

9 Zonguldak Yazıları s.56

10 Hayatımız Zonguldak s.97

11 İbn-i Sina Ödülleri: 1-Mehmet Türkçelik- (2012), Doç. Mustafa Yücel- Doç.Yücel Namal (2013), Doç Kutlu Gürel -M Çetin

Sezgin (2014), Mete Arif Tokmak (2015), Ekrem Murat Zaman (2016), Erol Çatma (2017) yılında ödülü alan isimler oldu.

 2024